Bugün itibariyle yani 2022 yılının dokuzuncu ayının ortası itibariyle, ilk duvar resmi 44.000 yıl öncesine tarihlendi ve Endonezya’da bulundu. Yine bugün itibariyle, ilk yazının 5500 yıl öncesinde Sümerlilerin Uruk şehrinde ortaya çıktığı kabul ediliyor. Yani insanın derdini resimle anlatmayı, kurallı dille anlatmaya evirebilmesi aşağı yukarı 38.500 yıl sürdü.
Buradan geriye baktığımda, arada geçen binlerce yılda da insanın, birbirini anlama, tanıma, birbirine aşina olma, birbiriyle paylaşma ve birlikte üretme gibi dertlerinin hep olduğunu, bu dertlerden “kurallı bir dile” ve pek tabi “kurallı bir düşünce sistematiğini aktarmaya” ancak sıra geldiğini iddia etmenin çok da yersiz olmadığını düşünüyorum.
Pekiyi 5500 yıl sonra biz neredeyiz? Dille başlayan kurallı ve sistematik aktarım hadisesi bizi nerelere getirdi? Sözü pek uzatmak derdinde değilim, en nihayetinde bu satırları kil tabletten değil elektronik bir cihazdan okuyorsunuz. İnsanınsa derdi hâlâ birbirini anlama, tanıma, birbirine aşina olma, birbiriyle paylaşma ve birlikte üretme gibi görünüyor.
Aranızda beni şahsen tanıyanlar, bir ya da -dürüst olmak gerekirse- sayısız kere “Başka bir yol mümkün üstelik bu sadece bir avuntu cümlesi değil, gerçekten mümkün!” cümlesini benden işitmiştir. Hayatın siyahtan ve beyazdan ibaret olmadığının altını çizmek için kullanmaya başladığım bu cümle, zaman içinde deneyimle başka bir yöne evrildi ve pek tabii beni de evirdi. Önce, aklımızın bize oynadığı en önemli oyunu yani “tek başına mümkünü”, “birlikte ve anlaşarak mümküne” sonra da “birlikte ve anlaşamadığımız üstünde uzlaşarak da mümküne” dönüştürdü. Söylem aynı yerde, aynı kelime sırasıyla durmaya devam ederken, üstüne yüklediğim anlam zaman içinde değişip dönüşüp ilk sıralamamın ötesinde bir yerden bana göz kırpmaya, beni yanına çekmeye çalışmaya devam etti. Biraz nezaketten nasibimi almış olacağım ki davetine icabet etmekten kendimi alamadım.
Uzun zamandır tanıdığım ve yakın kişisel tarihimde önemli saydığım arkadaşlarla, bu konuda “başarısız girişimlere” birlikte imza attık. Hayatın ironisinden olacak başarılı bir süreklilik için de yine onlarla yola çıktık ve buraya doğru evrildik.
Yamuk Duruş yolculuğu fikir olarak ömrümün en uzun soluklu yolculuğu olabilir fakat “Soyut Kavramlar Odası” için söyleyeceklerim bir fikir yolculuğunun çok ötesinde…
Yamuk Duranların tarihsel gelişimini Hasan’dan okursunuz, o ben değilim, benim değineceklerimse…
Ciddiyetten kendini kaybetmişken kahkahayı koyuvermek, aklına geleni, aklına geldiği şekilde paylaşabilmek, düşünceyi yalnızca sadeleşebilmek adına törpülemek, yirmi birinci yüzyılın ortasına doğru koşar adım giderken bir grup insanın iki saat için bir araya gelip gündelik hayatlarındaki dertlerinden sıyrılıp kendileri için bir şey yapmaya düzenli zaman ayırmasını görmek, gözlemek, bunun bir parçası olmak… Bundan keyif almak…
Fikirlerin ve onların akışkanlığının tadını çıkarmak, kişisel hafımızın bize oynadığı oyunları fark etmek adına z raporu gibi neler söylediğimi tekrar işitmek, işittiğimin üstünden tekrar düşünmek… Bir şekilde insanın en çok mutluluk devşirdiği öğrenme işini, öğretici/öğrenen formunun dışına çıkararak, herkesin herkesten alabileceği ya da verebileceği ne varsa aynı sofraya gönlünden geçtiğince bırakışının/alışının tanığı olmak…
Dinlemek… Galiba en çok da kendimi ötede bir yana bırakıp dinleyebilmek için kulağımı gönüllü eğitmek. “Ne diyor” diye içimden söylenmeyi bırakıp acaba “ne anlatmaya çalışıyor” diye kendi içimdeki sorunun değiştiğini dönüştüğünü görmek üstelik, bunu, akıl edip üstünde çalışmadan, maruz kala kala içselleştirmek…
Girizgâhı çok uzattım, umarım yormamışımdır. Umarım keyfiniz yerindedir ve her şey yolundadır.
Nerede Kalmıştık?