Vapurda…

Kesik baş cinayeti

“İzmir’de önceki akşam bir vapurun tuvaletinde bulunan kesik baş, esrarını koruyor. Tanınmaz halde darp edilmiş olarak bulunan başa ait gövdenin aranması ve olayın sorumlularının yakalanması için soruşturma devam ediyor. Polis, olayın bir mafya hesaplaşması olduğundan şüphe ediyor…”

Akşamları ağırlaşan kafasını avuçlarının içine oturttu. Dirseklerini dizlerine dayayarak kirli, bez ayakkabılarını izlemeye başladı. Bazı eroinmanların doz alımı sonrası kesintisiz ve kıpırtısız 8 saat ayakkabılarına ve bağcıklarına bakabildiğini okuduğunu hatırladı. Zaman nedir diye sordu. Düşünemeyecek kadar yorgundu.

Vapurun iskeleden ayrılmasıyla tüm kent ağır ağır kafasının üzerinden geçmeye başladı. Denizin köpüren dalgaları, bulut, martı, akrep, yelkovan, saat kulesi üstünden geçiyordu. Konak meydanı, ölü bir bebek, bir araba, ağlayamayan bir adam üstünden geçiyordu.

Geçmiş geçiyordu, gelecek geçiyordu. Şimdi, yüzüstü uzanmış ırzına geçiliyordu. Avuçlarının arasındaki ezik et ve kemik yığını, eve varamadan çürüyüp sineklenmeye başladı. Endişelendi. Elleriyle kanlı kafasını kaldırdı. Ama geçit töreni durmadı. Hatay geçiyordu, beton geçiyordu, anten ve uydu geçiyordu, hastalık ve Karantina geçiyordu. Bir ayna bulmalıydı. Vapurun tuvaletine gitti, dandik kilidi kırarak içeri girdi. Vergi geçiyordu, kredi taksiti geçiyordu. Et ve kemik yığınının eziklerini, şişliklerini, yarıklarını kanlı parmaklarıyla incelemeye başladı. Parmakları yaralarını okşarken karnından gelen sıcak, yağlı, koyu haz buharının farkına vardı. Az sonra her şey çok geç olabilirdi. Ölüm böyle geliyordu.

Cebinden siyah poşeti çıkardı, et ve kemik yığınını biraz zorlayarak boynundan koparmayı başardı. Haz buharı kâinata salındı. Ellerinin titremesine hâkim olmaya çalıştı. Avuçlarının arasındaki kafasını torbanın içine koydu. Tuvalet kağıdıyla lavabonun üzerine ve yerlere damlayan kanları temizledi.

Önceki gün bir alışveriş merkezindeki mağazanın arkasında, jeneratörün yanına koyulmuş vitrin mankenlerinden yakışıklı olanının kafasını çalmıştı. Gülümseyen bir yüzdü. Tam istediğim gibi, demişti. Sırt çantasından çıkararak boynuna yerleştirdi. Aynaya bakarak hazır ol vaziyetine geçti. Boynun üzerinde yerleştirdiği kafanın üzerine vurarak boynuna iyice çaktı. Yere eğilerek düşüp düşmediğini sınadı. Elinin yardımı olmadan sağa sola çeviremiyordu ama olsun, gereği de yoktu zaten.

Geniş siperlikli hasır şapkasını giydi, aynada kendisine çeki düzen verdi. Artık mutlu bir insandı. Tuvaletten çıkıp güverteye yürüdü. Güzel kızlara, iyi insanlara, mutlu kente veda eden güneşe baktı, ılık rüzgârın vücudunun üzerinden akıp geçmesini izledi. Gülümseyen tasarımda kalıba dökülmüş bir ağza sahipti, mutlu olmaması için bir neden kalmamıştı.

Dionosfer HENRY

Yorum bırakın