Üstümüze yeteneksiz bir terzinin prova yapmadan hazırladığı kıyafetler gibi sıfatlar giydirdiler. Uğraşması zor geldiğinden aldık kabul ettik sıfatları, göz görmeyince gönül katlanır diyerek gardırobun içine tıkıştırdık. Mevsim değişince, gardırobu yeniden düzenlerken, karşımıza çıkan eğreti sıfatları ayırdık söylene söylene. “O ben değilim!” ya da “Bu hiç ben değilim!”
Kimilerimizin hayatı anlama ve anlamlandırma çabalarında; yolda hızla hareket etmek olduğu kadar, bilinmeze yavaşça yeni bir patika açmak derdine rastlanırdı. Bazılarımız da oturduğu yerde patikanın kendilerine ulaşmasını bekler ya da yolun ulaşabileceği yere dair hayal kurardı. Belki de bu nedenle hayatın her rengini birlikte ve karşılıklı paylaştığımız kadar yeri geldiğinde tek başına ve zıtlaşarak kendimize sakladık.
Herkesten “bir şey” öğrenilebileceğini kavramış, damdan düşenin, damdan düşeni bile zaman zaman anlayamayacağını kabul etmiş; farklılıklarla çatışıp, farklılıkları korumayı ihmal etmemiş bireyler olup çıktık sonunda.
Şimdilerde üstümüze giydirilmeye çalışılan “dik duruşlu” tanımını “O ben değilim!” diyerek reddediyoruz.
Düzden anlatamayanların ve tersten anlamayanların doğadaki serbest hali olarak haykırıyoruz: